BİR BURUK GENÇLİK HİKAYESİ
  Katkılarım
 

GÖKÇESULU OLMAK YA DA OLMAMAK

Benim için Gökçesulu olmak genel olarak iki türlüdür.

1- Gökçesu'da doğup orada yaşayanlar,
2- Gökçesu'da doğup başka yerlerde yaşamak mecburiyetinde kalanlar.

Bir üçüncüsü de kökleri Gökçesu'ya dayanan ama bir türlü oraları görme fırsatını elde edememiş olanlar var. Aslına bakarsanız bir bakıma onların durumu bi öncekilerine göre daha vahimdir fakat ben bu yazımda ilk iki grubun durumlarına dikkat çekmek istiyorum.

Gökçesu'da doğup başka bir yerde ikamet etmek zorunda olan birisi olarak Gökçesu'da yaşayanlara sorduğumda hep aynı cevabı alırım her nedense. " - Ne olsun buralar hep bildiğin gibi!" Doğal olarak insan kendi kendine sorma ihtiyacı hissediyor. " Yahu senede sadece bir hafta bulanabildin bir yer hakkında ne bilebilirsin ki?" Oralar bildiğim gibi olsun. Yaşım 32'ye dayanmış, köyden çıktığımda 19 yaşındaydım aradan geçmiş 13 sene. Siz olsanız ne bilebilirdiniz 13 sene evvelinden.

Doğal olarak bu benim aklıma şu soruyu getiriyor " Yeni yetişen bu nesil hayatlarını günü kurtarmak adına mı geçiriyor acaba!" Çünki bana sorsanız oralarda ne olup bitiyor diye benim de vereceğim cevap üç aşağı beş yukarı buna benzer bir cevap olacaktır ki sonuç yine aynı kapıya çıkıyor. Oysa ki ben bu soruyu yaşıtlarıma sormak yerine yine köyümüzden yaşı 50-60'a dayanmış bir amcaya sorsaydım eminim ki bana ne hikayeler anlatırdı.

Bu ifadeler her ne kadar orada ikamet etmekte olanlara yapılmış bir sitem gibi görünse bile biz buna öz eleştiri deyip geçmemiz, geçerken de üzerine biraz eğilmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bilmiyorum yanılıyor muyum?

İster Gökçesulu olupta Gökçesu'da yaşayanlar, ister Gökçesu'lu olup başka başka yerlerde yaşayanlar. İnanın ki her iki grubun da birinci öncelikli gayesi tabii ki hayat mücadelesi. Öncelikle ailesini geçindirmek, sonrada çoluğuna çocuğuna güvenli bir gelecek bırakabilmek. Babalarımız bunun için çalışmıyorlar mı? Kimi tarlalarda kimi fabrikalarda kimi de bilmem nerelerde boşuna ömrünü heba etmiyorlar mı yıllardır? Hepsi güvenli rahat ve huzur dolu bir gelecek endişesi ile değil mi? Bizlerde de aynısını yapmıyormuyuz şimdilerde? Arkadaşlar, sadece bizler değil yeryüzünün en eski çağlarından beri bütün toplumlar, kısacası tüm insanlık bilerek veya bilmeyerek hep aynı amaç için yaşamışlar şu dünyada. Kısaca özetlemek gerekirse durum bundan ibaret.

Ben ve benim gibi hayatının büyük bir çoğunluğunu memleketinden uzakta geçirmek zorunda kalanlar için ikinci bir gaye daha vardır ki ; O da elbet bir gün doğdukları topraklara geri dönebilme gayesidir. Belki benden daha uzun süre gurbette yaşayanlardan bazıları daha farklı düşünüyor olabilirler fakat çoğunluğun düşüncesi dönmekten yanadır ve de dönenler de olmuştur zamanında. Açıkçasını söylemek gerekirse bugün için benim gönlüm dönmekten yana gelecek ne gösterir orası da bilinmez. Zaten vazgeçenlere de sorsanız; Ya çocuklarının eğitim durumunu öne sürecektir ya da bulundukları yere alıştıklarını ev-bark sahibi olduklarını ve bu saatten sonra da köye dönmenin bir espirisi kalmadığı cevabını vereceklerdir. Ben ve benim gibi hayatını (tabir-i caizse) göçebe olarak sürdürenler için bu tür cevaplar pek bir anlam ifade etmemektedir, çünki işimiz gereği ne çocuklarımızın sabit bir eğitim kurumları olabilmektedir ne de kalıcı bir arkadaş çevreleri. Bir kaç yıl bir şehir de bir kaç yıl başka bir şehir de sürüp gitmektedir günlerimiz. Her ne kadar Gökçesu'luyuz desek te yoktur aslında bizim memleketimiz. Hani doğduğun yer değil doyduğun yerdir derler ya asıl memleketin, doğrusunu söylemek gerekirse bizim nerede doyacağımız da pek belli değildir. Bu yüzdendir ki oturduğumuz hiç bir evi kendi evimizmiş gibi göremeyiz ve seçemeyiz kendi zevkimize göre. Her defasında daha önemli kriterler geçer önceliklerimizin önüne ve de her defasında başkalarının tercilerine ayak uydurmak zorunda kalırız kendi zevklerimizin yerine.

İşte bu yüzdendir ki ben ve benim durumumda olan diğer Gökçesulu'ların yüreklerindeki Gökçesu'ya dönme sevdası bir kat daha fazla olmaktadır ve de bir kat daha fazla arzulamaktayızdır kalıcı bir yaşam tarzını.

Ağırlıklı olarak Gökçesu'lu olupta Gökçesu dışında yaşayanların Gökçesu özlemini anlatmaya çalıştığım bu yazıdan sizlerin de kendinize düşen payı çıkartabileceğinizi umut ediyorum...

Yollarımızın Gökçesu'da son bulması dileğiyle tüm Gökçesu'lulara sevgilerimle...


YAZ AYLARI...

Gençliğimizin en unutulmaz zamanlarından biridir yaz aylarımız. Elbette her mevsimi güzeldir köyümüzün fakat yaz aylarının yeri hep farklı olmuştur benim gönlümde. Hem tıkılıp kalmaktan kurtarırdı bizi dört duvar arasına, hem de daha bir canlı olurdu köyümüz o aylarda. Bir çok insan akın ederdi köye okulların da kapanmasıyla. Üstüne üstlük yaz aylarında görüşme fırsatı bulurduk yurt dışındaki yakınlarımızla ve hasret giderirdik doyasıya.
Tarlalarda geçerdi günlerimiz, traktör tepesinde. Bir gün nohut, bir gün ayçiçeği tarlasında. Bir gün biçerdöver peşinde, bir gün bağlama makinesı ardında.
En güzeli de yaz akşamlarımız vardı bizim. Bazen okul bahçesinde bazen de meşe dalları altında, çakır keyif akşamlarımız vardı. Ve de düğünlerimiz vardı topluca gittiğimiz. Bazen traktör üstünde bazen de yürüye yürüye. Bazen güle oynaya bazen de kafa-göz yarık döndüğümüz düğünlerimiz vardı bizim.
Bir de yaz aşklarımız vardı elbet, baharı bile göremeden sona eren. Bazen bir inat, bazen de bir heves uğruna terk ettiğimiz aşklarımız vardı bizim.
Vardı elbet daha burada sayamadığım bir çok değerimiz vardı yaz aylarına dair. İşte bu yüzden benim gönlümde ayrı bir yere sahip yaz ayları. Geride kalanları unutamadığım, gelecek olanları da özlemle beklediğim yaz ayları.
Bir yaz ayında daha bir arada olabilmek dileği ile tüm Gökçesululara sevgilerimle ...


KÖY MEYDANI

Yazının başlığını okuduğunuzda belki bir çoğunuz " Bizim köy meydanı nasıl bir hikayeye konu olabilir" demiş olabilirsiniz. Ben de bu satırları yazarken buna benzer şeyler geçiriyordum aklımdan. Fakat ben ve benim gibi hayatlarını köyün dışında geçirenler ve sadece senede bir iki defa köye gelme fırsatı bulanlar haricinde bir çok kimsenin fark etmediği, fark etse bile elinden bir şeyin gelmeyeceğini bildiği bir durum aslında köyümüzün içinde bulunduğu çıkmaz. Çoğumuz çeşitli sebeplerden dolayı başka başka şehirlerde yaşamaktayız ve geride kalanların da durumlarını görmekteyiz her ziyaretimizde. Şimdi kalkıpta sizlere "Haydi hepiniz bırakın işinizi gücünüzü, satın neyiniz var neyiniz yoksa. Hep birlikte dönelim köyümüze ve her şeye yeni baştan başlayalım. Kimimiz tarım yapsın, kimimiz hayvancılık ve bu şekilde köyümüzü de içinde bulunduğu durumdan kurtaralım" demiyeceğim elbette. Diyeceğim tek şey; Dilimin döndüğünce köyümüzün geride kalan zaman içerisinde hangi değerlerini yitirdiğinin ifadesi olacak. İşte bir yazımda böyle bir köy ve bu köyün meydanının başına gelenleri anlatmaya çalıştığım bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum izninizle.

"... Köy meydanını kısaca tarif etmek gerekirse; Bir kenarda köyün bakkalı, hemen sağında köyün meşhur dut ağacı, sol tarafında telefon kulübesi, hemen karşılarında ise köyün kahvesi mevcuttu ve köy gençleri için tüm olay yıl boyunca bu üçgen içerisinde döner dururdu. Tabiki yıllar geçtikçe bu kurulu düzen yavaş yavaş çatırdamaya başladı. Bozulan hayat şartları yüzünden önce kahveci kahveyi kapattı, çok geçmemişti ki bu kervana bakkal efendi de dahil oldu ve en sonunda bir gün Telekom’dan yetkililer gelip telefon kulübesini de söküp götürünce anladık ki köyde birşeyler değişmeye başlamıştı. Köy gençleri önceleri kesin buraya kartlı bir kulübe getirecekler onun için söktüler yorumları yaptı ama sonraları onlar da anladılar ki giden çoktan gitmişti ve bir daha geri gelmeyecekti. Yine de o güne kadar her biri görevlerini en iyi şekilde yerine getirmişlerdi elbet. Köyün kahvesi, kış aylarının monotonluğunu bir nebze de olsa alıp götüren eşsiz bir mekan. Meşhur dut ağacı, yazın sıcağında üzerimizde bir gölge. Ve o jetonlu telefon kulübesi, gençlerin en sıkıntılı zamanlarında imdatlarına hızır gibi yetişen bir teknoloji harikası. Her biri görevlerini en iyi şekilde yerine getirerek veda ettiler köy meydanına birer birer. Sonraki zamanlarda köy meydanının biraz daha aşağısına, caminin de hemen karşısına köyün tarımsal gelirleri ve il özel idaresinin maddi yardımlarıyla bir kahve, kahvenin üst katına da Tarımsal Kalkınma Kooperatifi inşaa edilmişti edilmesine fakat gençlerin gözbebeği o güzelim telefon kulübesinin yeri, cep telefonu denilen bir diğer teknoloji harikası yaygınlaşana kadar uzunca bir süre doldurulamadı..."

Bir çoğunuzun aklından geçeni tahmin edebiliyorum şimdi. " Aynen öyleydi" diyorsunuz sanırım hepiniz. Evet arkadaşlar aynen öyle. Bir zamanlar avuç avuç jetonlarla sıra beklediğimiz telefon kulübesi, gölgesinde oturup saatlerce çekirdek çitlediğimiz güzelim dut ağacı ve Fikret Abinin bakkalı ve de Fazlı Aganın kahvesi ne yazık ki yok artık. Oysa ki bu satırlarda kaybettiklerimizden değil de kazandıklarımızdan bahsetmek isterdim elbet. Fakat olmadı. İnşallah bir dahaki sefere. Hadi kalın sağlıcakla...

NOT: Merak etmeyin dut ağacına bişey olmadı o yerinde sapasağlam duruyor. Ancak eskisi kadar rağbet görmüyor


KÖY DÜĞÜNLERİ

Köy düğünleri hala daha bizim zamanımızdaki gibi mi yapılıyor bilmiyorum ama o yıllarda her şey belli bir plan/program dahilinde yapılır ve bir düğün daha kazasız belasız geride kalırdı. Şimdi sizlerle burada nacizane düğün hatıralarımı paylaşacağım. Bilmeyenlere anlatmak, unutanlara hatırlatmak maksadıyla.

Düğün Arifesi : Düğün gününden bir gün evvel düğün yemeği için kullanılacak malzemeler ve yemek kazanları hazır edilir, yemeğinin pişirilmesi için ihtiyaç duyulan odun köyün hemen üzerindeki koruluktan (varsa kurumuş ağaçlara öncelik verilmek şartıyla) düğün evine getirilir. Muhtemelen sözü geçen düğün için en az bir tane koyun da feda edilince sıra gelir düğün sabahına.

Düğün sabahı : Kazanların altı tutuşturulur yemekler yavaş yavaş pişmeye başlar.Öğlene doğru (eğer köye gelin gelecekse) aileden, akrabalardan ve konu komşudan bir grup gelini almaya gider, diğer bir grup ta düğün evindeki diğer işleri yapmaya koyulur. Bir de halen daha çözemediğim bir şey var. Her iki gruptan da kimileri var ki ; Yukarıda bahsettiğim işleri yaparlarken nasıl vakit buluyorlarsa bir ara kuaförün koltuğuna oturup bir güzel de saçını başını yaptırırlar , kılığını kıyafetini değiştirirler ve düğüne hazır hale gelirler. O kimseleri de göstermiş oldukları bu çabukluktan dolayı tebrik etmek lazım gelir.

Öğleden sonra : Düğün konvoyu bazen kolay bir şekilde bazen güç bela dualar ve (biraz tezat ama) davul-zurna eşliğinde gelin evinden ayrılırken diğer tarafta ise konu-komşu ve köy gençlerinin yardımları ile bir yandan keşkeğin dövülmesi (ne yaman iştir o) ve yemek masalarının hazırlanması diğer yandan düğün yeri hazırlıkları son hızıyla devam eder. Genellikle tüm bu hazırlıkların düğün konvoyunun köye girmesiyle sona ermesi icap eder çünkü yukarıda adı geçen köy gençlerinin burada diğer bir görevi başlar.

Düğün konvoyunun karşılanması : Düğün konvoyunun karşılanması olayı köyün girişinden başlayıp düğün evine kadar devam eder. Havanın ve köy gençlerinin durumuna göre konvoyun düğün evine ulaşması süre bakımından değişiklik göstermekle birlikte genellikle akşam ezanı okunmadan sona ermektedir. Düğün konvoyunu karşılayan gençlerin önüne sofra kurulması adetten sayılır ve düğün sahibinin vazifeleri arasında yer alır. Bu karşılamanın davulu zurnası, mevsimine göre kavunu, kapuzu, peyniri ve rakısı eksik olmaz.

Düğün akşamı : Davetlilerin ve konu komşunun düğün evine doğru amansız akını başlamış bulunmakta ve bunca konuğa hizmet edecek gönüllülere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu işe ilk koşanlar genellikle düğün sahibinin akrabaları ve yakın arkadaşları başta olmak üzere miktarın yetersiz kalması halinde eğer düğün arifesi düğün sahibiyle aralarında bir husumet yaşanmadıysa yine joker elemanlar konumunda bulunan köy gençleridir. Husumetten kastımı da kısaca açıklamak gerekirse; Elbette kişilerin şahsi düşünceleri kendilerini bağlamaktadır fakat köy gençlerinin de sarf ettikleri bunca emek karşılığında ufacık bir beklentilerinin olması kadar doğal bir şey yoktur.Ve bunu da bir zamanlar genç olan ve bu işi zamanında defalarca yapan herkes te çok iyi bilmektedir. Kısacası gençlerin bu ufak tefek beklentilerini karşılıksız bırakan düğün sahipleri de düğün günü gelip çattığında etrafta her nedense aradığı köy gençlerini bir türlü bulamamaktadır.

Düğün gecesi : Olaylar nasıl gelişirse gelişsin başlamış olan bir cemiyet bir şekilde sonuçlandırılacaktır elbet. Ortaya çıkan tüm aksiliklere her defasında pratik çözümler bulunarak önce davul zurna sonra konuklar, eş, dost, akraba ve son olarak gelin ile damat düğün alanına gelir ve süresi topluluğun performansına bağlı olan bir düğün gecesi başlar nihayet. Önce gelin ile damat sonra gençler akabinde akrabalar, eş-dost, konu-komşu ve de misafirler gruplar halinde hünerlerini gösterirler meydanda. Her birey üzerine düşen vazifeyi elinden geldiğince yapar. Düğünün sonlarına doğru önce gelin ve damat gelin arabasına biner gider, sonra da davetliler. Böylece meydan yine köy gençlerine kalır. Onlar da durumun gidişatına göre ya meydanın tozunu attırmaya devam ederler ve yahut yavaştan yavaştan düğün yerini toparlayıp, ışıkları söndürürler ve gecenin geri kalanını yaptıkları plan doğrultusunda geçirmek üzere meydanı son terkeden grup olurlar. Böylece bir köy düğünü daha sona ermiş olur. Bizlere de "Darısı nice köy düğünlerinin başına" demek kalır.





 
  Bugüne kadar toplam 8347 ziyaretçi (12615 klik) burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol